Atatürk Müzesi - Selanik

Eşimle birlikte yaptığımız Selanik gezisini zaten daha önce paylaşmıştım (Buradan okuyabilirsiniz). Atatürk Müzesini detaylı olarak anlatabilmek için diğer yazıda kısaca değinmiştim. Selanik, hem eşimin hem de benim gitmeyi en çok istediğimiz şehirlerden birisiydi ve gittiğimiz için çok mutlu olduk. Sabah Selanik’e geldikten sonra otele eşyalarımızı bırakıp hemen Atatürk Müzesi’ne gitmiştik. Otelde resepsiyon görevlisine müzeye nasıl gidebileceğimizi sormuş ve haritada yerini işaretlemiştik. Otelden 15–20 dakika yürüme mesafesinde bulunan müzeyi kolayca bulduk ve kapısından içeri girdik. Müzenin girişindeki görevli bir kağıdı gösterdi ve adımızla nereden geldiğimizi yazmamızı istedi. Biz de yazdıktan sonra hemen giriş katından gezmeye  başladık. Bir tane kadın görevli vardı ve soru soranlara bilgi veriyordu. Müzenin içerisinde bilgilendirme panoları hem Türkçe hem İngilizce hem de Yunanca yazıyor ve Atatürk’ün Selanik, İstanbul ve Ankara’daki hayatı ile ilgili bilgi alabiliyorsunuz. Evin bir odasında Atatürk’ün dünyaya o odada gözlerini açtığını belirten mermer bulunmaktadır. Bir odada Atatürk’ün balmumu heykeli, bir odada Zübeyde Hanım’ın heykeli bulunmaktadır.
Bilgilendirme panolarının bir tanesi Manastır ile ilgili bilgilere ayrılmış. Manastır 1896 – 1899 başlıklı panoda şunlar yazmaktadır: “… Mustafa Kemal ismi bugün hala, Manastır’ın da içinde yer aldığı Rumeli topraklarında yaşayan Makedonlar, Rumlar, Ulahlar ve Türkler arasında ‘Kocacıklı’ olarak anılmaktadır. O’na yakıştırılan ‘Kocacıklı’ lakabı, Babası Ali Rıza Efendi’nin Manastır ilinin Debreibala sancağına bağlı Kocacık nahiyesinde doğmuş olmasından gelmektedir. Bu nahiyede yaşayan Türkler, ‘Kocacık Yörükleri’ olarak da bilinmektedir. Bu Yörükler, Osmanlı İmparatorluğu’nca Rumeli’ye yerleştirilen Türkmenlerin soyundan gelmektedir. Mustafa Kemal’in dedesi Kırmızı Hafız Ahmet Efendi’nin evi Kocacık’tadır. …” Evin duvarlarında asılı olan panolarda ayrıca Selanik, Ankara ve İstanbul ile ilgili genel bilgilerde yer almaktadır. Selanik ile ilgili panoda şu bilgiler yer almaktadır: “… Balkan Savaşları sırasında Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan Selanik, 1912’de Yunanistan’a bağlanmıştı. Bu tarihte Atatürk’ün ailesi Selanik’teydi. Atatürk, savaş nedeniyle ailesi hakkında derin bir üzüntü duyduğunu arkadaşlarına yazdığı mektuplarda dile getirmişti. Zübeyde Hanım ve kız kardeşi Makbule Hanım, Balkan Savaşı’ndan sonra Selanik’ten ayrılarak, İstanbul’a göç ettiler.” Panolarda Atatürk’ün doğumu ile ilgili de bilgiler verilmiştir: “Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Osmanlı Devleti’nin Batıya açılan bir penceresi olan Selanik’te, 1881 yılında bu evde doğmuştur. Onun doğum tarihi ne yazık ki kesin olarak belirlenememiştir. Kimi kaynaklarda 1880 yılı verilirken, kimilerinde 1881 yılı esas alınmıştır. Annesi Zübeyde Hanım, ise oğlu Mustafa’yı ‘Erbain döneminde” (22 Aralık – 31 Ocak günlerini kapsayan, yılın en soğuk dönemi) dünyaya getirdiğini ifade etmişti. Ancak buna karşın Atatürk, kendisine doğumunun bahar aylarına denk geldiğinin söylendiğini ifade etmiştir. O’nun bu açıklamasından hareketle, doğum günü, ’19 Mayıs’ olarak kabul edilmiştir. 1936 yılında İngiltere Kralı VIII. Edward’ın Atatürk’ün doğum gününü ‘hususi ve samimi’ bir şekilde kutlamak istemesinden ötürü Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’ne gönderttiği bir yazıya, bizzat Atatürk’ün talimatıyla verilen yanıtta, ‘Reisi Cumhur Atatürk’ün 19 Mayıs 1881 tarihinde doğmuş oldukları’ ifade edilmiş ve doğum tarihi bu şekilde kabul edilmiştir. …” Bir diğer Selanik başlıklı panoda: “… Mustafa, Selanik Askeri Rüştiyesi’ne girdikten sonra daha ağırbaşlı, daha ciddi, sorumluluk alan bir çocuk haline geldi. Aslında o dönemde askeri rüştiye sınıfından itibaren bu okulun öğrencilerinin askeri üniforma giyme zorunluluğu vardı. Bu üniforma, askeri rüştiye öğrencilerini diğer bütün öğrencilerden ayırırdı. Onlar, mektepte olduğu gibi Selanik sokaklarında da yaşlarına göre daha ağırbaşlı ve gururlu hareketleriyle dikkat çekerlerdi. Askeri rüştiye elbisesi tamamlandıktan sonra, annesi Mustafa’yı bu elbise içinde ilk defa gördüğünde, sevinç gözyaşlarını tutamamış, oğluyla gurur duymuştu. …” yazmaktadır. Bir diğer panoda şunlar yazmaktadır: “… Parçalanmakta olan imparatorlukta bu kötü gidişi ve toprak kayıtlarını önlemek için ‘vatan borcu ve vatan görevi’ anlayışıyla 1911’de Trablusgarp’ı savunmaya giden genç subaylardan biri de Mustafa Kemal’di. Derne ve Tobruk’ta İtalyan Ordusu’na karşı mücadele eden Mustafa Kemal, o günlere ilişkin düşüncelerini arkadaşı Salih Bozok’a bir mektupta şöyle yazmıştı: ‘Biz vatana borçlu olduğumuz fedakarlık derecelerini düşündükçe bugüne kadar yapılan hizmeti pek değersiz buluyoruz. Vicdanımızdan gelen bir ses, bize vatanın bu sıcak ve samimi ufuklarını tamamen temizlemedikçe, gemilerimizin Tobruk, Derne, Bingazi ve Trablusgarp limanlarında tekrar demirlemiş olduğunu görmedikçe vazifemizi bitirmiş sayılamayacağımızı ihtar ediyor!... Vatan mutlaka selamet bulacak, millet mutlaka mesut olacaktır. Çünkü kendi selametini, kendi saadetini memleketin ve milletin selamet ve saadeti için feda edebilen vatan evlatları çoktur.’. Osmanlı Devleti, Balkan Savaşı’nda Rumeli topraklarının büyük bir bölümünü kaybetti. Toprak kayıplarıyla beraber, kaybedilen yerlerden İstanbul’a doğru büyük bir göç hareketi meydana geldi. Mustafa Kemal’in üzerinde derin tesirler yaratan bu kayıplar içerisinde hiç şüphe yok ki Selanik’in ayrı bir yeri vardı.” Bir diğer panoda ise:  “… Mustafa Kemal, Çanakkale Cephesi sonrasında, birçok cephede ordu komutanı olarak aktif görevlerde bulundu. Özellikle Doğu Cephesi’nde Bitlis ve Muş’un Rus Ordusu’ndan geri alınmasında gösterdiği başarıyla, yetenekli bir asker olduğunu bir kere daha gösterdi. En son görevi olan Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı’nın lağvedilmesinin ardından, 13 Kasım 1918’de İstanbul’a döndü. Yaklaşık altı ay boyunca İstanbul’da kalan Mustafa Kemal, burada kimi temasları sonrasında 16 Mayıs 1919 günü Dokuzuncu Ordu Müfettişliği göreviyle Samsun’a hareket etti. Samsun’a çıktığı günkü ülkenin durumunu ‘Nutuk’ta şu şekilde tasvir etmiştir: ‘1919 yılı Mayısının 19’uncu günü Samsun’a çıktım. Vaziyet ve manzara-i umumiye şöyledir: Osmanlı Devleti’nin dahil bulundu grup, Harb-i Umumide mağlup olmuş, Osmanlı Ordusu her tarafta zedelenmiş, şeraiti (şartları) ağır bir mütarekename imzalanmış, Büyük Harbin uzun seneleri zarfında, millet, yorgun ve fakir bir halde. …”.
Ankara’nın başkent olması ile ilgili bilgiler de panolar bulunmaktadır: “… Anadolu bozkırında bir kent olan Ankara, Türk Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın merkezi oldu; bu merkez 13 Ekim 1923 günü ‘Yeni Türkiye’nin başkentine dönüştü. Gazi Mustafa Kemal Paşa, “Türkiye’nin Kalbi” Ankara için şunları söylemişti: Siyasi başkentimiz Anadolu’nun ortasında kalacaktır. Batı’nın ve Doğu’nun temsilcileri bizimle bu başkentte temas edeceklerdir. Bu başkentte her türlü diplomatik meseleler görüşülecektir. Bu başkentte iç ve dış politikası idare edilecektir. Bu başkentte milletin sinesinde doğan hükümet çalışacaktır. Ankara merkez-i hükümettir (hükümet merkezidir) ve ebediyen merkez-i hükümet kalacaktır. …”. “Ankara, Orta Anadolu’da, kasaba görünümünde bir kent idi. Sovyet diplomat Aralov, 1920’li yıllarında başında Ankara’yı şöyle tarif etmektedir: ‘Mustafa Kemal Paşa’ya tanıtılmama kadar geçen kısa süre içerisinde, Ankara’yı dolaştım. Ankara, daracık sokaklı, köhne ahşap evli, bol minareli bir şehir. Yarı harap olmuş surları ve Birinci Beyazıt’ın Sarayı ile Eski Kale, şehre hakim bir mevkide… Kaleden bakılınca şehrin geniş bir manzarası açılıyordu. Şehir sıkışık gibi görülüyordu. Ankara, etrafı tepelerle çevrili bir şehir. Uzaklarda ayrı ayrı yüksek dağlar ve dağ grupları göze çarpıyor’…”. “Mustafa Kemal acaba neden Ankara’yı seçti?” sorusunun cevabı ise Falif Rıfkı Atay’ın Çankaya kitabın bir bölüm ile cevaplanmıştır: “Meselenin böyle konuşu doğru değildir. Mustafa Kemal sadece Ankara’da kalmaya karar vermiştir. Ankara ilk zamanları Milli Kurtuluş Savaşı’nın karargahı idi. Yer yer birçok bölgelerde, Büyük Millet Meclisi’ne karşı ayaklanmaklar olmuşken Ankara, hareketi ve Mustafa Kemal’i sonuna kadar tereddütsüz tutmuştur. Tutuşunun sebebi, kuvvet baskısına verilemez. Çünkü Ankara’da askeri kuvvet daima pek azdı… Sonra din işleri reisliği vazifesini gören rahmetli Koca Rıfat Efendi, pek vatanperver, dürüst ve cesur, bundan başka Ankaralıların da pek saydığı bir adamdı. Sert yaylanın bu çetin karakteri, hemşeriyle beraber, en güç zamanlarda Mustafa Kemal’e bağlı kalmıştır. Ve sadece inandığından ve inandıklarından!”
“ATATÜRK & ÇOCUK” bölümü müze içerisinde önemli bir yer tutuyor. Bu konudaki yazılardan biri şekildedir: “Atatürk çocukları çok severdi. O’nun dilinde çocuk, sevgi demekti. Sevdiklerine, hangi yaşta olurlarsa olsunlar, ‘Çocuk’ diye seslenirdi… Bütün Türk yavruları, O’nun öz çocukları gibiydi. O, bu yavrulara öylesine gönül vermiş, onlar, O’na öylece candan bağlanmışlardı… Atatürk’ün, yanından hiç ayırmak istemediği şipşirin bir çocuk vardı; O’na kendisi ‘Ülkü’ adını vermişti. Ülkü, çocuklara karşı beslediği derin ilgiyi ne kadar yerine, ne güzel belirten bir isim! Küçük Ülkü’yü sık sık Çankaya’daki evine getirirdi. Henüz yürümeye, birkaç yarım yamalak kelime ile konuşmaya başlamış olan bu çok sevimli, hareketli yavrucuğu kucağına alır, kendisiyle saatlerce meşgul olurdu…” Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar.
Bu konudaki yazılardan bir diğeri: "Atatürk çocukların eğitimine önem vererek, bu konuyla yakından ilgilenirdi. Onların, ‘Fikri hür, vicdanı hür’ bir anlayışla yetiştirilmesinden yanaydı. Atatürk bu düşüncesini şöyle ifade etmişti: ‘Çoğu ailelerin öteden beri çok kötü bir alışkanlıkları var; çocuklarını söyletmez ve dinlemezler. Zavallılar, lafa karışınca ‘Sen büyüklerin konuşmasına karışma’ der, susturulurlar. Ne kadar yanlış, hatta zararlı bir hareket. Halbuki tam tersine çocukları serbestçe konuşmaya, düşündüklerini, duyduklarını olduğu gibi ifade etmeye teşvik etmelidirler; böylece hem hatalarını düzeltmeye imkan bulunur, hem de ileride riyakar ve yalancı olmalarının önüne geçilmiş olur. Kısacası çocuklarımızı artık düşüncelerini hiç çekinmeden, açıkça ifade etmeye, içten inandıklarını savunmaya, buna karşılık da başkalarının samimi düşüncelerine saygı beslemeye alıştırmalıyız. Aynı zamanda onların temiz yüreklerinde yurt, ulus, aile ve yurttaş segisi ile beraber doğruya, iyiye ve güzel şeylere karşı sevgi ve ilgi uyandırmaya çalışmalıdır…’” Atatürk & ÇOCUK bölümündeki bir diğer yazı da şu şekildedir: “Türkiye’de Amerikan Ticaret Ateşesi olarak bulunmuş olan Julian Gillespie’nin kızı, Atatürk’ü şöyle anlatır: Bir akşam Atatürk bizim kabinimize geldi. Babam ve orada bulunan Amerikalılar kendisini saygı ile selamladılar. Babam beni ve kardeşimi Atatürk’e takdim etti. Bizler küçük olduğumuz için O’nun büyüklüğünü kavrayacak durumda değildik. Ben ve kardeşlerim Atatürk’e bizimle oynamasını, oyuncak fincanlarımızdan çay içmesini rica ettik. Çay yerine, oyuncak fincanların yerine kum doldurmuş çamurdan pastalar yapmıştık. Atatürk, bizim oyuncan fincanlarımızı aldı, çay içer gibi yaptı, ve çamurdan pastaları yer gibi yaparak “Çok güzel olmuş, çok iyi yapmışsınız” diye bana ve kardeşlerime iltifat etti. Biz yeni bir oyun arkadaşı kazandığımız için çok sevinçli ve mutlu idik. Atatürk’ü denizde yüzerken gördüğümüz zaman ellerimizi sallar “Gel bizimle oyna” diye çağırırdık. Babam Atatürk’ün büyük bir kişi olduğunu, O’nu böyle çağırmamamızı tembih ettiği halde biz çocuklar Atatürk’ü oynamak için çağırmaya devam ederdik. Atatürk sık sık kabine gelirdi. Bizimle top oynar, bizleri omzunda gezdirir, kucağında oturturdu. Biz çocuklar O’nu kendimize hakiki dost edinmiştik. Bir defa gelişinde bebeğim hasta olduğu için ağlıyordum. Atatürk gitti elinde siyah çanta bir zat ile geldi. Bana “Doktoru getirdim” dedi. Doktor steteskop ile bebeğin bebeğin göğsünü dinledi ve nane şekerini de ilaç olarak verdi: Ben şimdi bu büyük adamın biz çocukları kırmadan arkadaşlık etmesini düşündükçe; bu mükemmel insanın büyük bir önder, bir dahi olduğunu nereden bilebilirdim? O’na olan saygı ve hayranlığım sonsuzdur." Mary Howard. Gillespie Crichell. 1 Ağustos 1981
Ve Atatürk ile ilgili son bölüm. Atatürk’ün ölümü ile ilgili verilen bilgiler:
ATATÜRK’ÜN ÖLÜMÜ 10 Kasım 1938
20. Yüzyıl’ın en dikkate değer şahsiyetlerinden biri olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 10 Kasım 1938 günü gerçekleşen vefatı, hem ülke içinde hem de dünyada derin yankılar uyandırdı.
“Beni milletin nereye isterse gömsün. Hiçbir şey söylemem!” diyen Atatürk, hastalığının son günlerinde, Ankara’ya dönme arzusunu, “Ankara’ya gidelim, ne olacaksam orada olayım!...” sözleriyle ifade etmişti.
Atatürk’ün naaşı, İslami geleneklere göre yıkandı. Sonra bedeninin bozulmaması için yapılan ilaçlama işleminin (tahnit) ardından, kurşun bir tabut içine konuldu. Türk bayrağına sarılarak Dolmabahçe Sarayı Merasim Salonunda hazırlanan katafalka yerleştirildi. Türklerin, çok sevdikleri Atatürklerini yitirmeleri, onları derin bir keder içine koyarken, ülkede büyük bir matem havası oluştu. 16 Kasım’dan itibaren üç gün boyunca yüzbinlerce Türk vatandaşı O’nun tabutu önünden saygı geçişi yaptı.
Dönemim Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi’nin; “O’nun cenaze namazı, bütün vatanda, bu farizanın yerine getirilebileceği her yerde kılınabilir” şeklinde görüş bildirmesinin ardından, 19 Kasım günü Dolmabahçe’de, İstanbul Üniversitesi İslam Tetkikleri Enstitüsü Başkanı Şerafettin Yaltkaya, Atatürk’ün cenaze namazını kıldırdı. Namazın ardından, O’nun naaşı top arabasına konularak, merasim yürüyüşüyle Sarayburnu’na getirildi. Buradan önce Zafer Torpidosu’na, ardından da Yavuz Zırhlısı’na konulan naaş; önce İzmit’e, oradan da trenle Ankara’ya götürüldü.
20 Kasım 1938 günü Ankara’ya gelen Atatürk’ün naaşı, TBMM’nin önünde hazırlanan katafalka konuldu ve halkın ziyaretine açıldı. 21 Kasım günü pek çok yabancı büyükelçi ve temsilci, bakanlar, milletvekilleri, askeri ve mülki erkan ve halkın katılımıyla büyük bir tören gerçekleştirildi. Tören sırasında Türk askeri birliklerinin yanı sıra Almanya, Bulgaristan, Fransa, İngiltere, İran, Romanya, Sovyetler Birliği, Yugoslavya ve Yunanistan askeri onur kıtaları bayrakları ve kılıçlarıyla Atatürk’ü selamladılar. Törende Yunanistan’ı, Başbakan Metaksas temsil etti.
Neue Zürcher Zeitung adlı İsviçre gazetesi, cenaze töreninde ortaya çıkan bu tabloyu şu şekilde tasvis etti:
“Her sınıfıyla birlik olarak Türk Halkı, yakardı ve ağladı. Zenginle fakir, yüksekle alçak arasında hiçbir fark yoktu. Bugün Ankara’nın yaşamış olduğu, dünyanın hiçbir zaman görmediği törendi.”. Cenaze töreninin ardından Atatürk’ün naaşı, geçici olarak kalacağı Etnografya Müzesi’ne kaldırıldı. Hükümet, O’nun için bir “Anıt Mezar” yaptırılmasına karar verdi. Önce bir kurul oluşturuldu. Kurul, anıt mezarın yeri olarak, bugünkü Anıttepe’yi seçti. Anıt mezar için de bir yarışma açıldı ve yarışmayı Prof. Dr. Emin Onat ve Orhan Arda’nın projesi kazandı. 1944 yılında yapımına başlanan anıt mezar, 1953 yılında tamamlanabildi.
Atatürk’ün naaşı, 21 Kasım 1938’den 10 Kasım 1953 tarihine kadar, tam on beş yıl, geçici kabri olan Ankara Etnografya Müzesi’nde kaldı. 10 Kasım 1953 günü düzenlenen resmi bir törenle, ebedi istirahatgahı olan Anıtkabir’e defnedildi.  
Atatürk evinin adresi Günümüzde “Agiu Dimitriu Caddesi, Apostolu Pavlu Sokağı No:17” adresinde bulunan evin Osmanlı dönemindeki adresi “Koca Kasım Paşa Mahallesi, Islahane Caddesi veya Numan Paşa Caddesi” şeklindedir (Kaynak: wikipedia)
 
Selanik Başkonsolosluğun Bilgi Notları sayfasında ve müzenin dış kapısının yanında asılı olan bilgi notunda Atatürk Evi’nin öyküsü şu şekilde anlatılmıştır: “Mustafa Kemal Atatürk 1881’de, o zamanki adresi Koca Kasım Paşa Mahallesi Islahhane Caddesi olan bu evde doğdu. Bu tarihî yapı, günümüzde Selanik’in Apostolou Pavlu Caddesi, 17 numarada bulunmakta olup, Agiou Dimitriou, 151 adresindeki Türkiye Cumhuriyeti Selanik Başkonsolosluğu ile birlikte aynı yerleşkenin parçasıdır.
Selanik şehrine Osmanlı mimari dokusunun hâkim olduğu o dönemde bu ev, Türk evlerinin iç içe olduğu bir çevrede diğer evlerden farkı olmayan bir yapıydı. Selanik Atatürk Evi, bütün katlarında ahşap karkasın üzerine bağlandığı teknik uygulanarak inşa edilmiştir. Dikdörtgen planlı olan ev 13.50x6.80 m. boyutlarındadır.
Evin asıl girişi Apostolou Pavlu Caddesi’nden olup, bugün kullanılmamaktadır. 2012 yılına kadar giriş, Agiou Dimitriou Caddesi’nden Başkonsolosluğun bahçesinden geçilerek sağlanmaktaydı. 2012 yılındaki restorasyon sonrasında, Isaias Sokak üzerinden, arka bahçe kapısından giriş ve çıkış yapılmaya başlanmıştır.
1870 yılında Rodoslu Müderris Hacı Mehmet Vakfı’nca yaptırılan ev, önce İbrahim Zühdü Efendi’nin, daha sonra Selanikli Abdullah Ağa ve eşi Ümmü Gülsüm’ün mülkiyetine geçmiştir. Ali Rıza Efendi, bu evi Atatürk’ün doğumundan birkaç yıl önce kiralamıştır. Evin ikinci katında, güney taraftaki oda Atatürk’ün doğduğu odadır.
Atatürk’ün ailesi,  Ali Rıza Efendi’nin 1888’de vefatına dek bu evde ikamet etti. Ancak Ali Rıza Efendi’nin vefatından sonra, Zübeyde Hanım, çocuklarıyla birlikte Atatürk’ün doğduğu evin bitişiğindeki daha küçük bir eve taşındı. II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Selanik’te görevlendirilen Atatürk, bu dönemde, annesi ve kız kardeşiyle birlikte burada kaldı. O Selanik’ten ayrıldıktan sonra annesi ve kız kardeşi bir süre daha bu evde yaşadılar. 1912’de Selanik Yunanistan’ın yönetimine geçince Atatürk’ün annesi ve kız kardeşi de Selanik’ten ayrılarak İstanbul’a gelmek durumunda kaldılar. Bundan sonraki süreçte Atatürk’ün doğduğu bu ev, Türkiye ve Yunanistan arasındaki anlaşma gereğince Yunan Hükümeti’ne bırakılmış ve sonrasında da bir Yunan aile tarafından satın alınmıştır.
Cumhuriyet’in 10. yıldönümünde Selanik Belediyesi, Türk-Yunan dostluğunun bir göstergesi ve Balkan Konferansı’nın anısına, yapının çift kanatlı sokak kapısının sağ köşesine, Atatürk’ün bu evde doğduğunu yazan mermer bir plaka yerleştirilmesi ve bunun Yunanca’nın yanı sıra Türkçe ve Fransızca tercümelerinin de koyulması kararını almıştır. Bu plaka, 4 Kasım 1933 tarihinde, Türkiye’nin Atina Büyükelçiliği mensuplarının ve Yunanistan’ın ileri gelenlerinin katıldığı bir törenle yerleştirilmiştir. Ev daha sonra, Atatürk’e hediye edilmek üzere Selanik Belediyesi tarafından satın alınarak, anahtarı 19 Şubat 1937 tarihinde Türkiye’nin Selanik Başkonsolosluğuna verilmiştir.
1940 yılında evin yenilenmesi için başlatılan çalışmalar, İkinci Dünya Savaşı ve Alman işgali sonrasında, ancak 1950 yılında tamamlanabilmiştir. Sonraki süreçte Türkiye’nin Üçüncü Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın desteği, Prof. Dr. Enver Ziya Karal ve eşi Fatma Karal’ın katkılarıyla, Atatürk’ün ölümünün 15. yıldönümü olan 10 Kasım 1953 tarihinde “Atatürk Evi ” ziyarete açılmıştır. Sergilenmesi kararlaştırılan eşya, Topkapı Sarayı ve Dolmabahçe Sarayı’ndan seçilerek Selanik’e gönderilmiştir. “Atatürk Evi”nin açılış tarihi aynı zamanda, Atatürk’ün naaşının Ankara Etnografya Müzesi’nden Anıtkabir’e taşındığı tarihtir.
2012 yılında yeniden restorasyona giren ev, buraya taşınan Yunan ailenin binaya yaptığı ilave inşaat ve içindeki otantik olmayan eşyalar kaldırılarak, modern bir müzecilik anlayışı ile yeniden tefriş edilmiştir. Günümüzde mülkiyetimizde olan Başkonsolosluk alanı içinde bulunan ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin toprağı sayılan bu ev, bugün sınırlarımız dahilinde bulunmasa da, her Türk’ün kalbinde özel bir yere sahip olup, Selanik’e giden her Türk’ün ilk olarak ziyaret ettiği ve Türkiye için manevi değeri son derece yüksek olan bir mekandır."
 
Müze; Pazartesi hariç, resmi tatiller dahil her gün saat 10.00 ila 17.00 arasında ücretsiz olarak gezilebilmektedir. Evin bahçesinde bir adet de ağaç bulunmaktadır. Bu ağacın yanındaki plakada şunlar yazmaktadır: “Bu ağaç, Mustafa Kemal Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi tarafından dikilmiştir. Mustafa Kemal çocukluğunda bu ağacın altında oynamıştır.
Bu ev ya da müze hakkında birçok olumsuz eleştiri var. Evet, evin içinde eşyalar gerçekten çok az, Atatürk’e ait daha birçok eşyaya, bilgiye yer verilebilir, Atatürk’ün balmumu heykeli de çok daha iyi olabilir. Ama yine de bu eve gelebilme imkanınız varsa mutlaka gelin, Atatürk’ün altında oyun oynadığı ağacı görmek, doğduğu odayı, yaşadığı evi görmek insanı gerçekten duygulandırıyor.
 
Atatürk evi ile ilgili daha detaylı bilgileri Selanik Atatürk Evi ve Müze Haline Getirilmesi  ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın internet sitesindeki Selanik Atatürk Evi sayfalarından alabilir Μουσείο Ατατούρκ (Atatürk Evi Müzesi) sayfasından daha önce müzeyi ziyaret etmiş insanların yorumlarını okuyabilirsiniz.
Müzenin bulunduğu alanı aşağıdaki haritadan detaylı olarak inceleyebilirsiniz.  “Çocukluk ne güzel şey. Çocuklar ne sevimli, ne tatlı yaratıklar değil mi? En çok hoşuma giden halleri nedir bilir misin? Riyakarlık bilmemeleri, bütün istek ve duygularını içlerinden geldiği gibi açıklamaları…”
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Edirne'den Günübirlik Yunanistan Gezisi - Kastanies (Kestanelik) - Orestiada (Kumçiftliği) - Pazarkule Sınır Kapısı

Anelemmatik Güneş Saati - Cunda - Ayvalık